Otantik olmak, çağımızda hem çok konuşulan hem de çok zor ulaşılan bir ideal.
Modern dünyanın değişen normları ve toplumun dayattığı kimlik kalıpları arasında otantik kalmak, insanın en derin mücadelesi haline geldi.
Peki, otantik olmak ne anlama geliyor?
Kendi hayatımızı, başkalarının beklentilerinden ve yargılarından bağımsız bir şekilde nasıl yaşayabiliriz?
Otantik olmak, kendi değerlerimize sadık kalarak, içsel rehberliğimiz doğrultusunda yaşamaktır.
Carl Rogers, otantikliğin, maskesiz ve dürüst bir hayat sürmek olduğunu savunur.
Rogers’ın “Gerçek benliğimizi kabul ettiğimizde ve dışarıya yansıttığımızda otantik oluruz” düşüncesi, bu konuda temel bir çerçeve sunar.
Ancak otantik olmanın önündeki en büyük engel toplumsal baskılardır.
Toplum ve medya, bize sürekli bir kalıba uymamız gerektiği mesajını verir.
David Lynch’in Mulholland Drive filmi otantik olmak ile topluma uymak arasındaki çatışmayı ustalıkla yansıtır. Film, Hollywood’un arka planında başarı ve kimlik arayışı
içindeki karakterlerin otantikliklerini kaybedip sahte hayatlar sürmelerini anlatır.
Filmde, kendi kimliğinden uzaklaşan karakterlerin içsel huzursuzluğu, izleyicilere derin bir soru bırakır: Gerçekten kimiz ve bu kimliğimizle barışık mıyız?
Bu sorgulama, sadece bireyler için değil, toplum için de geçerlidir. Albert Camus’un “Yabancı” adlı romanında, başkahraman Meursault, toplumun dayattığı etik ve duygusal normlara başkaldırarak otantik bir yaşam sürer.
Ancak bu tutumu, sonunda onu dışlanmaya ve mahkum edilmeye götürür. Camus, otantik olmanın bedelinin ne kadar ağır olabileceğini ustalıkla gözler önüne serer.
Otantik olmanın bedeli, bazen toplum tarafından anlaşılmamak ya da dışlanmak olabilir.
Buna karşın, Before Sunrise serisi ve Hermann Hesse’nin Siddhartha adlı eseri, otantik olmanın hayatı ne kadar anlamlı kılabileceğini gösterir.
Otantik olmak cesaret gerektirir, bu cesaret de kırılganlıkla ve hatta anksiyete ile iç içedir.
Varoluşçu terapi, insanı kötürüm yapan anksiyete düzeyini hafifletmeyi ümit etse de, anksiyeteyi yok etmeyi ümit etmez.
Hayat anksiyetesiz yaşanmaz, ölümle de anksiyete olmaksızın yüzleşilmez.
Anksiyete düşman olduğu kadar bir rehberdir de ve otantik varoluşa giden yolu gösterebilir. Yani aslında otantik olmak hem büyük bir huzursuzluk hem de çok yüce bir huzur verir.
Zordur, otantiklik, olduğun gibi görünme cesareti ile başlar. Bu süreçte hem güçlü hem de zayıf yanlarımızı kabul etmek, kendimize şefkat göstermek önemlidir.
Otantik olmak, bireyin kendisiyle ve diğer insanlarla olan bağlarını dönüştürür; daha anlamlı ve derin ilişkiler kurmasını sağlar.
Otantik olmak bir süreçtir ve her an kendi gerçeğimizi ifade etme cesareti buldukça, otantikliğin dönüştürücü gücünü keşfederiz. Brené Brown’un dediği gibi, "Otantik olmak her zaman kolay değildir ama her zaman daha değerlidir."
Yazımı Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Sahnenin Dışındakiler adlı eserindeki ünlü sözüyle bitirmek istiyorum: Hiç kendini denemeyecek misin?
Ne olduğunu, kim olduğunu öğrenmeden mi öleceksin?
Sahnenin dışından sahneye çıkmaya cesaret edenlere…